6 Aralık 2020 Pazar

Normal

 Şu an üzerimde yine o psikoloji var. Sınavdan birkaç gün önce başka bir sürü şeyler yapmak istemek, ders çalışmak istememek, garip bir huzur duymak çalışmamaktan. Sınavdan sonraki gün geçecek muhtemelen yine bu hisler. Stresin getirisi birtakım şeyler herhalde. Ve bu durum çok sağlıksız geliyor bana, muhtemelen de öyle. Bunlardan kurtulmaya ihtiyacım var. Bu noktada birilerinin desteğine ihtiyaç duyuyorum. Mesela aile desteğine. Ama babam öyle düşünmüyor. Önce okulu bitir diyor. Ben de ne kadar fikren ters düşsem de paramı o verdiği için uymak durumunda kalıyorum. Çünkü hayat maddiyat sonuçta. Babam aile geçindirmeye çalışıyor. Diyemem ki, sen para ver, ben okumayayım. Biraz da bu yüzden sanırım içimdeki para kazanma isteği. Bir yerden sonra salmak gerekiyor çocukları kendi ayakları üzerine. Yoksa özgüvensiz, işe yaramaz hisseden, hazırcı nesiller yetişecek. Nesiller, ülke geleceği vs. önemsediğim şeyler değil ama o bireylerin tek tek öyle oluşu, onların açısından üzüyor beni. Ben öyle olmak istemiyorum. Çocuğum da öyle olsun istemem. Çocuğumun kendi iyiliği için. İşte mesele bu son iki cümlede. Nasıl babam da benim iyiliğimi düşünüyorsa ben de çocuğumun iyiliğini kendi bakış açımdan düşünerek hareket edersem çocuğum mutlu olmayabilir. En iyisi çocuk yapmamak gibi.

Dün Yiğit hakkında konuşuyorlardı. Gece 1'de çıkıyor, 4'te geliyormuş eve. Kötü bir şeylere mi bulaşmış acaba bilmem ne... Bu çocuk 24-25 yaşında. Kaç yaşında bırakacaklar peşini. İyi bir şey değil tabi insanın peşinin bırakılması da böyle hiç güvenmemek de güzel değil. Bırak bir çocuğu, biraz yaşasın, kendi öğrensin. Tamam bazı geri dönüşü olmayan yollar var, eğer oraya girerse çıkmak zor. Peki al karşına konuş o zaman aman o kadar... Ne kadar kısıtlayabilirsin ki? Her insan bir tercih yapmalı hayatıyla ilgili. Belli sınırlar içinde yürümek zorunda bırakılmamalı. Ben tıbbı kendim seçmiş olabilirim. Bırakmayı da kendim seçebilirim. Bana gelip de "Tıbbı sen seçtin" demenin ne anlamı var? Tamam, herkesin görüşü farklıdır ama mesele kendine güvenin yitirilmesinde. Bakıyorsun ki herkes saçma buluyor kararını, diyorsun ki "Haa bu yanlış demek ki." Bu, günlük yaşamda her şey için oluyor. Yalnız yürürken gülme, konuşma, kollarını yukarda tutarak yürüme, sekerek yürüme... Yani sonuçta "normal" olmayan her şey. Böyle olunca biz aciz insanlar, ömrünü, diğer insanlar içinde sırıtmadan, farklı görünmeden, rezil olmadan sürdürmeye ve bitirmeye adıyor.  İşte birbirinin aynısı, kurallar izin verdiğince farklılaşabilen insanlar çıkıyor ortaya. 

Bir gün kendimden korkmadan, kendimi kabullenerek bunları okuyup belki de düzenleyecek miyim? Çok lazım gibi gelmiyor şu an, belki ilerde ihtiyaç duyarım böyle bir birleştirmeye. Bir de o kadar yazmışım, benden bir parça sonuçta bunlar. İnsan kaybolsun istemiyor. Hele ki bugünlerdeki gibi varlık mücadelesi verirken. Sanki bugünler çok kritik varoluşumda. Bir yol çizmem gereken günler. Savrulmayı kesmem gerek.


                                                                                                                       2013 ?

Nöbet

 Bugüne yetişememiş bebekler... En az bir gün daha annelerinin karnında kalacaklar. Bunu belki isterler, belki de aksine bir an önce çıkmak isterlerdi. Kim bilir... Kendileri bile bilemez. Ama şu bir gerçek ki, gerçek bir dönüm noktasındalar. Düşünsenize, doğacaklar.

Çok garip. Bu yerdeki birçok insan karnında başka bir insan daha taşıyor. Henüz gün yüzüne çıkamamış başka insanlar. Bebekler de güçsüz düşmüş olacak ki doğmaya çalışmaktan, sancılar da durmuş, ağrılar kesilmiş. Herkes huzurlu uykusunda gecenin üç buçuğunda. Yarın yine ve daha güçlü olarak bastıracaklar doğmak için. Başarabilirlerse ayın beşi yazacak kimliklerinde. Yarın, buradaki karınların bazıları inecek. Müthiş şişlik, bir anda inecek. Annesine müthiş acılar çektiren bebek, ödenen bedellerle elde edilmiş olacak.

Belki biraz fazladan kutsuyorum anneliği ister istemez ama çok havalı ya. Ne kadar acı çekeceğini kulaktan dolma da olsa bilerek hamile kalıyorlar. Sonra doğum gününde çekilen büyük bir acı. Artık dayanılmaz dereceyi geçtiği için dayanılır hale gelen bir acı ve dakikalar sonra dünyanın en mutlu insanlarından biri olmak. Ödenen bedel artınca kıymet artıyor olsa gerek. İnsan ister istemez, onun için neler çektiğini düşünüyor, duyuyor ve bağlanıyor herhalde.

Bir de sonrası var. Doğumdan sonrası. Lohusalık yani... Bu dönemdeki bunalımları anlamak ve normal karşılamak gerekir. Şu an müthiş tıbbi bilgimi devreye sokmak istemesem de oldukça hormonal bir dönem hamilelik. Evresine göre hormonal durum değişikliklerine sebep oluyor bolca. Ve son günlerinde de çekilen ve insanın katlanabileceğinden büyük olduğu söylenen acı... Hormonlar ve acı, bebekle nasıl bir ilişki kurulmasına yol açar? 









Bunu bilemem ama hormonlar ve acı, ikisi de çok güçlü silahlar. Ucunun nereye döneceği de hiç belli olmaz.

İyi ki bu fedakar anneler var. Yoksa hiç bebeğimiz olmazdı.:)

                                                                                                        05.01.2015      04:00

                                                                                                (24'ten 4 kala)   (Yok artık)

Rüya- 2014?

 Dağın zirvesine arabasıyla tırmanıyordu. Ölmeye gidiyordu ama "niye"sini hatırlamıyordu. İntihar mı edecekti? Nereden geldiğini de hatırlamıyordu. Kardeşiyle değildi. Annesinin yanındayken mi vermişti bu kararı? Hatırlamıyordu.

Tek şerit gidiş tek şerit geliş, dar, tehlikeli bir yoldu. Sık sık karşı şeride geçti yol boyunca, vızır vızır arabalar geçti yanından hep, zirvedeydi ama yol düz devam ediyordu. Etraf ağaçlıktı, güneş veya aşağısı görünmüyordu. Bir ışık gördü, arabasının dışında bir adım daha attı ve birden gözleri kamaştı. Güneş ve sonsuzluğa benzer manzara, çok aşağılarda şehirler, belki deniz, dağlar, en güzel göründüğü ışıkta karşısındaydı. O şaşkınlık anında durdu. Ve arkasından bir araba- hızlı olmayan bir şekilde- çarptı ve o, kendi arabasının üzerinden sağ tarafa doğru fırladı ve uçurumdan aşağı süzülmeye başladı. "Sonunda," diye düşündü, korkmuyordu, buraya zaten bunun için gelmişti. Tat almaya çalıştı düşüşten. Bağıracaktı ama öylesine güzel bir düşüş oluyordu ki bozmak istemedi. Yapmak zorunda mıydım diye düşündü. Babasından, annesinden, kardeşinden özür diledi. Şehrin içinde yollar, yeşillikler içinde bir yere çarpacağı an "goodbye cruel world" sözü aklına geldi.

Uyandığında bir hastanede ayakta duruyordu. Yüzü yara bere içindeydi. Karşısında annesini görüyordu, ama annesi onu tanıyormuş gibi görünmüyordu. "Geçmiş olsun," dedi. O da annesinin tanımama oyununa uyarak; "Sağ ol, tanıdığınız doktor var mı?" diye sordu. Nedenini bilmiyordu ama bu seçiminden dolayı artık yolları bir daha kesişmeyecekti sanki ailesiyle, kesişmemeliydi. Belki de araya o yüzden böyle bir resmiyet girmişti. Gitmek üzereydi annesi, bir daha gelecek miydi? Doktoru sormasına şaşırdı kadın, "acaba hatırlıyor mu" diye düşündü. Tuhaf bir soru sorduğunu anlayan çocuk bir şeyler geveledi. "Sizi bırakayım mı?" diye sordu sonra. Tekrar yakınlaşmaya çalışıyordu. "Olduğu gün öyle yapmıştın ya?" Kadın, "Ben annen değilim" dedi. "Annen Fatma Kamalı öldü, ben onun kardeşiyim. Hoşçakalın."

Çocuk odasına döndü. Yatakta, yüzü yara bere içinde kardeşi yatıyordu. Sol gözünün solundaki su çiçeği izi çarptı gözüne. Uyandırdı kardeşini. "Sana ne oldu peki?" "Bilmiyorum" dedi kardeşi. "Yatalım mı?" Kabul etmeyecekti önce ama yatağın sıcaklığını görünce biraz yatmalarının iyi olacağını düşündü. Yattı. Olay hakkında ne hissediyodu? Geri dönüşü olmayan şeylere yol açtığı için hala biraz huzursuzdu galiba.

5 Aralık 2020 Cumartesi

Salondaki En Kötü Koltuk

 Telefonun ucunda Aydan Abi'nin sesi vardı. Onun kendine has argo tabirlerine artık alıştığımı düşünüyordum, yine de duyduğum soru karşısında vücudumu soğuk bir ter basmıştı.

"Anamın sesi geliyor mu?"

"Nasıl?Anlamadım Aydan Abi?"

"Anamın, diyorum, sesi oraya kadar geliyor mu? Merak ettim sadece. Sen mışıl mışıl uyurken, burada anamı sikiyorlar ve kadıncağız avazı çıktığı kadar bağırıyor. Çiftehavuzlar'dan duyabiliyor musun, onu sormak için rahatsız etmiştim."


...

Hakemleri gören Aydan Abi, ısınma sırasında yanıma geldi ve, "Korunuyorsun, değil mi?" diye sorduç Ona her zamanki gibi boş gözlerle baktığımı görünce, şöyle tamamladı: "Bu ortamda bu hakemler birazdan s.kişe başlarlar, ondan diyorum. Korunmasız olma!"


...


... sigarasını iki parmağıyla lacivert paketinden çıkardı ve yaktı. Bombanın piminin çekildiğini görmüştüm artık, oturduğum yerde diken üstündeydim.

"Semih Abi, bilirsin, ben de babam gibi seni çok severim. Ama bir baksana bana. Bende çıplak g.tle, kalkmış s.k üzerine gidecek yüz var mı?"


...


İsmet Abi mikrofonu adamın burnuna kadar uzatmıştı ve, "I am Turkish television!" diyerek, yine hiç kimsenin davetini beklemeden içeri girdi.

"Ben Türk televizyonuyum."

İsmet Abi'nin ona her kapıyı açacağına inandığı üç sihirli sözcük... Bu sözcükleri ondan o kadar çok duydum ki...


                                                                                Salondaki En Kötü Koltuk- Murat Murathanoğlu

Ağlamak

 "Ağlamak gülmenin kardeşidir. Ağlamayan gülemez ki!"

                                                                                                    Beynelmilel

Harry

 "Biliyor musun ne diyeceğim, Harry? Eğer hayatını kurtarmaya çalışmaktan vazgeçmezse, seni öldürecek."

...

"Hayatında hiç işlerin bu kadar ters gidebileceği bir plan duydun mu?"


                                                                                    Harry Potter ve Sırlar Odası


Ama Ron şimdi Hermione'ye, sanki onu yepyeni bir açıdan görüyormuşçasına bakıyordu. "Hermione, Neville haklı- sen gerçekten de bir kızsın..."

...

"Sana şunu söylüyorum-benim önerdiğim adımları atarsan, makamında olsan da olmasan da, görüp göreceğimiz en cesur ve en büyük Sihir Bakanlarımızdan biri olarak hatırlanırsın. Ama harekete geçmezsen- tarih seni, kenara çekilip bizim yeniden kurmak için çaba sarfettiğimiz dünyayı yok etsin diye Voldemort'a ikinci bir fırsat veren adam olarak hatırlar!"


                                                                                Harry Potter ve Ateş Kadehi


"Sirius'un ölmesi benim hatam," dedi Dumbledore açıkça. "Ya da, hemen hemen tümüyle benim hatam mı diyeyim- tamamı için sorumluluğu üstlenecek kadar kendimi beğenmiş değilim."


                                                                                Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı


"Dumbledore diyor ki insanlar haklı değil de haksız olanları çok daha kolay bağışlarmış," dedi Hermione.

...

"Ee- şey- hayaletler saydamdır-"

"Oo, çok iyi," diye onun lafını kesti Snape, dudağı bükülmüştü. "Evet, aldığın yaklaşık altı yıllık sihir eğitiminin ziyan olmadığı kolaylıkla görülüyor, Potter. Hayaletler saydamdır."


                                                                                Harry Potter ve Melez Prens


Snape dehşete düşmüş görünüyordu.:

"Onu doğru anda ölebilsin diye mi hayatta tuttun yani?"

...

"...Tuhaf bir şey bu Harry, ama belki de iktidara en uygun olanlar, onu hiçbir zaman elde etmeye çalışmamış olanlardır."

...

"Son bir şey soracağım," dedi Harry. "Gerçek mi bu? Yoksa hepsi benim kafamın içinde mi olup bitiyor?" Dumbledore ona gülümsedi ve parlak sis yeniden inerek onu örterken, sesi Harry'nin kulaklarına net ve güçlü bir şekilde ulaştı:

"Elbette kafanın içinde olup bitiyor, Harry, ama bu niçin gerçek olmadığı anlamına gelsin ki?"

...

"KIZIMI BIRAK, SENİ KALTAK!"

...

"Ölülere acıma, Harry. Yaşayanlara acı, her şeyden çok da sevgisiz yaşayanlara."

...

Uzaklarda bir yerlerde Peeves'in kendi uydurduğu bir zafer şarkısını söyleyerek koridorlardan vınlayıp geçtiğini duydular:

Bitti, onları yendik, küçük Potter becerdi

Voldi çürüdü gitti, şimdi eğlence vakti!


                                                                                    Harry Potter ve Ölüm Yadigarları

Körlük

Sözlerimizin, hareketlerimizin iyi ve kötü sonuçları, kuşkusuz, ilerde yaşayacağımız günlere, hatta bizim bu sonuçları doğrulamak, kendimizi kutlamak ya da başkalarından özür dilemek için artık bu dünyada bulunmayacağımız günlere göreceli olarak düzgün ve dengeli biçimde dağılır, zaten kimi insanlar da bu durumun ölümsüzlük denen ve çok sözü edilen şeyin ta kendisi olduğunu ileri sürer.

...

...

...

Komutan bir benzetme yaparak, kuduz olan köpeğin gereğini doğa yerine getirir, demişti. Böyle süslü bir dilin güzelliğine yeterince duyarlı olmayan bazı askerler, kuduz köpeklerin bu körlerle ne ilgisi olduğunu bir türlü anlayamamıştı, ama bir alay komutanının ağzından çıkan her söz altın değerindeydi- gerçek altın değil elbette-, düşündüklerinde, dediklerinde ve yaptıklarında haklı olmayan bir insan o kadar yüksek rütbeye erişemezdi.

...

...

...

Koğuşlar bu isteğe, sıkıntılı bir tedirginlik içinde ceplerinde tek kuruş kalmadığı, toplanan tüm değerli eşyanın eksiksiz teslim edildiği ve yapılan teslimatlar arasındaki değer farkını dikkate almama eğilimi taşıyan her türlü kararın bütünüyle hak gözetir sayılamayacağı-bu gerçekten iğrenç bir kanıttı- ya da daha basitçe söyleyecek olursak, günahkarların cezasını suçsuzların ödemesinin doğru olamayacağı, dolayısıyla da olasılıkla henüz alacaklı bulunanların yiyeceklerin kesilmemesi gerektiği yanıtını verdiler. Koğuşların hiçbiri öteki koğuşların teslim ettiği eşyanın değerini bilmiyordu elbette, yine de her biri, ötekiler kredilerini yitirmiş de olsa, karnını doyurmayı sürdürme konusunda kendini haklı çıkaracak gerekçeler ileri sürüyordu. Ne mutlu ki vicdansızlar verdikleri kararda ödün vermeksizin direndi, buyruk herkes tarafından yerine getirilmeliydi.

...

...

...

..., işte size uygarlığın kötü taraflarından biri, insan evinde musluğundan sürekli akan suyun rahatlığına alışıyor ve bunun gerçekleşmesi için birilerinin dağıtım vanalarını açıp kapaması gerektiğini, bentler, barajlar kurularak elektrik enerjisi elde etmek gerektiğini, suyun debisini düzenleyen, havuzların dolmasını sağlayan bilgisayarlar gerektiğini, bütün bunları yapmak için de gören gözler gerektiğini unutuyor.

...

...

...

İnsan aklının ne kadar karmaşık olduğunu bilmesek, aklına geleni özgürce yapan bu genç kızın annesine ve babasına karşı duyduğu bu büyük sevgi, birileri çıkıp bu iki davranışın şimdiye kadar birbiriyle hiç çelişmediğini, bundan böyle de hiç çelişmeyeceğini daha önce söylemiş olsa bile, bizi şaşırtırdı. 

...

...

...

Kalırım ama bir koşulla, insanın kendisine sunulan bir şeye karşılık koşul ileri sürmesi ilk bakışta size yakışıksız bir davranış gibi gelebilir, ne var ki bazı yaşlılar böyledir, geriye sayılı günlerinin kalmasını aşırı gururla dengelemek isterler.

...

...

...

Hiçbir tanık olmadığına göre, ayrıca olsaydı bile hiç kimse onları olup bitenleri anlatmak üzere bu mahkemeye tanık olarak çağırmayacağına göre, birinin çıkıp da olayların neden başka türlü değil de böyle geliştiğini nereden bildiğimizi sorması çok anlaşılır bir şey, ona vereceğimiz karşılığa gelince, tüm anlatıların evrenin yaratılış anlatısına benzediğini, o sırada kimsenin orada olmadığını ama herkesin ne olup bittiğini bildiğini söyleyeceğiz. 

...

...

...

... iyi ne, kötü ne, diye sormayın bana ne olur, bu kavramların ne olduklarını, körlüğün bizim için istisna olduğu dönemde biliyorduk, doğru ve yanlış dediğimiz kavramlar, bizim karşımızdaki insanla olan ilişkimizi farklı biçimde anlamamızdan kaynaklanıyor, kendimizle olan ilişkimizi değil, kendimizle olan ilişkimize güvenemeyiz. 

...

...

...

Günün birinde öleceğimizi düşünerek yaşamak bize o kadar zor geliyor ki, dedi doktorun karısı, ölüp gidenlerin yapıp ettiklerine her zaman bir mazeret arıyoruz, sıra bize geldiğinde bizi bağışlamalarını şimdiden ister gibiyiz.

...

...

...

Bugün içtenlikle davranıyorsam, yarın pişmanlık duyma olasılığı bulunmasının hiçbir önemi yok.


                                                                                        Körlük-Jose Saramago


Boğuluş

 Uzun süredir yazmadım. Huriye Teyze'yi düşünüyorum. Onu ne zamandır görmedim? Hatırlamıyorum. Altan Abilere en son ne zaman gittim? Hatırlamıyorum. En son annemlerle Altan Abilerde ne zaman denk geldik? Ne zaman dörtlü batak oynadık, ben eniştemin eşi oldum, eniştem bana sonsuz kredi verdi, teyzem durmadan bize hizmet etti, bir çerez gitti, bir limonata geldi, ne zaman babamın batak yeteneğine imrendim, ne zaman Altan Abi yattığı yerden yarı umursamaz, kağıtlarını açtı ve ne kadar kötü olduğunu gösterdi, ne zaman iyi el geldiğinde yattığı yerden doğruldu, annemle teyzem ne zaman sabaha kadar sohbet etti, hatırlamıyorum.


                                                                                                17.        08.        2019           02:           57

İçimizdeki Şeytan

 "Sonra para kazanmak: Bol bol, avuç avuç, çılgınlar gibi kazanmak... Sonra güzel bir karı almak... Kafaca anlaşacağın ve ruhu ruhuna uygun bir kadın değil! Herkes gördüğü zaman "Aman! Bakın, falancanın ne enfes karısı var!" desin yeter!... Yalnız bu noktada idealistsiniz; ve maddi menfaatler ve rahatlar haricinde yegane manevi zevkiniz budur: Güzel karı alıp herkese parmak ısırtmak... Sonra otomobil, apartman... Daha sonra göbek, poker vesaire... Hayatınızı gözümün önüne serilmiş gibi görüyorum, bir şey dediğim de yok, pekala! Demek ki böyle icap ediyormuş, böyle olsun... Fakat bu istikbale hazırlanırken şu yaptığınız işler tarzındaki mukaddemeye ne lüzum var? Yarın yaşlanınca eşe dosta: "Gençliğimizde çok idealisttik ama, hayat insanı değiştiriyor...Şimdi realist olduk...Ah o ateşli günler!" diyebilmek için mi? Bu kısa gevezelik devrine sırtınızı vererek bundan sonraki hayatınızın kepaze ve boş mahiyetini mazur göstereceğinizi mi ümit ediyorsunuz?" 


                                                                                            İçimizdeki Şeytan- Sabahattin Ali

Vakit Varken

 Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç

Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç!

Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,

Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.

Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan

Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan

Geçince başlayacak, bitmeyen sükunlu gece.

Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince, 

Ya aşk içinde harab ol ya şevk içinde gönül!

Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.


                                                                                    Yahya Kemal Beyatlı


When I went home to show him they was wrong,
All that i found was two tombstones,
Somebody tell me please was i right or wrong,
Woa it's such a sad song





Yarım

 Bir tükenmez bolluk içindeyken dünya

Harp gelmiş çatmış kader bu ya

Levhalar asılmış,

Davullar vurulmuş

Sırtta çanta, elde tüfek düşmüşsünüz yola,

Önünüzde bir kahraman onbaşı,

Canlı bir çığ gibi koşmuş yorulmuş.

Yarı kalmış işlerin, sevdaların telaşı,

Kiminizin göğsünde bir mendil,

Kiminizin muska

Kiminizin resim

Dudaklarınızda yarım yamalak bir isim.

Kimbilir hangi hain ovanın düzünde,

Bir saniyelik sevinç olmuşsunuz, 

Düşman toplarının gözünde...

Damarlarınızda hazza benzer bir sızı

Ölüm çiçeklenmiş gövdenizde yer yer,

Kırmızı kırmızı...


                                                                                Turgut Uyar

Doğu'dan Uzakta

 Normalde sezgilerime güvenirim; yanılmaz oldukları için değil, çok düşünüp taşındığımda, işin önünü arkasını fazla hesaplamaya çalıştığımda veya daha da kötüsü lehteki ve aleyhteki gerekçeleri zihnimde iki rakip sütun halinde sıralamaya kalktığımda, çok daha fazla yanıldığımı yıllar geçtikçe anladım da ondan.

Bu nedenle artık iki akıl yürütme tarzı kullanıyorum. Birinde, kafam bir kazan gibi çalışıyor; aynı anda tüm etkenler içine boca ediliyor ve kafam onları benim haberim bile olmadan "bilgiişlem"den geçirip nihai sonucu bana hap halinde teslim ediyor. İkinci tarzda, kafam adi bir mutfak bıçağı gibi çalışıyor; "avantajlar" ve "sakıncalar", " duygusal yan" ve "akılcı yan" gibi kaba kavramlar yardımıyla gerçekliği parçalara bölüyor, bu da aklımı biraz daha karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor.

Bu nedenle artık kendime şunu telkin ediyorum: Önce, göz açıp kapayıncaya kadar karar ver! Sonra sabırla kendi içine yönel ve bu tercihin nedenlerini anlamaya çalış.


                                                                                                    Amin Maalouf- Doğu'dan Uzakta


Toplum yasaları yerçekimi yasalarına benzemez, insan genellikle aşağı değil yukarı doğru düşer. Arkadaşımızın siyasi tırmanışı da işlediği ağır hatanın doğrudan sonucuydu. O zamandan beri, olayların zorlanmasıyla daha birçok hata yaptı. İlkeler insanın palamarları, bağlarıdır; onları kopardığında serbest kalırsın, ama içi helyum gazıyla doldurulmuş ve yükseldikçe yükselen kocaman bir balona benzersin. Balon gökyüzüne yükseliyormuş izlenimi verse de aslında hiçliğe doğru yükselmektedir. Arkadaşımız da yükseldikçe yükseldi; güçlü, meşhur ve özellikle de zengin, aşırı zengin oldu.


                                                                                                Amin Maalouf- Doğu'dan Uzakta


İnsan bir metin yazarken, satırlar eşit aralıklarla birbirini izler ve okuyucular, onları yazan elin kağıdın üstünde kah koşturduğunun, kah hareketsiz kaldığının farkına varmazlar. Matbu sayfalarda, hatta el yazması sayfalarda da suskunluklar iptal edilmiş, boşluklar törpülenmiştir. 


                                                                                                 Amin Maalouf- Doğu'dan Uzakta


"Benim içimde değişen dinsel inançlarım değil, onlardan çıkardığım sonuçlar oldu" dedi; "Bana çocukluğumdan beri "Hiç çalmayacaksın" diye öğretmişlerdi ve gerçekten de hiçbir şey aşırmadım, elimi kasaya atmadım, faturalarımda hiç hile yapmadım, bana ait olmayan bir şeyi sahiplenmedim. Kağıt üzerinde vicdanım rahat edebilirdi. Ama Tanrı buyruğunu bu kadar asgari düzeyde ele almak bana bugün saçma ve delice geliyor. Eğer yöneticiler milletin servetine haksızca el koymuşsa ve onlara saray yapasın diye bunun bir bölümünü sana veriyorlarsa, sen de bir yağma girişimine ortak olmuyor musun?"


                                                                                            Amin Maalouf- Doğu'dan Uzakta


Eşitlik?

 Günümüzde temsil hakkı(temsili): Bir de kadın olsun, bir de Ermeni olsun, bir de Kürt olsun, bir de LGBTİ çağıralım, Alevi de çağırın tabi... Bir de kadın... Skalayı tamamlıyorlar. Hepsinden olsun. Eşitlik, demokratiklik diye tanımladıkları şey, numunecilik...

...Ama diğer kimliklere sahip olmak başlı başına bir karakter özelliğidir. Mesela, Ermeni çok Ermeni biridir. Ermeni olmak Ermenilerin genel özelliğidir. Bu sebeple, Hayko Bağdat çağırıldığı bir programa katılamayacağını söylediğinde karşı taraf: "peki gelebilecek başka Ermeni var mı?" diye sorar.

TV dizilerinde kişi, Sünni ve Türk değilse; aidiyet sahnedeki silah gibidir. Patlar. Olaylar doğurur. Sahnede Kürt, Alevi, gayrimüslim varsa hikayeleri kimlikleri üzerinden yazılır... Öteki isen bununla ilgili haber değerin olacak. Ötekiliği normalize edemezsin.

Çok eşitlikçiler bile bir eşikte dayanamayıp "ay bu Kürtler de çok Kürt" demeye getiriyor ya, işte oradaki lüzumundan fazla beyazlık çok kirli.

Köyü yakıldıktan sonra başka şehre göç etmek zorunda kalan çocuklara yıllarca "ne mutlu Türküm diyene" diye ant içirildi. Hatta Tansu Çiller, bir yüce gönüllülük yaparak "ne mutlu Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşıyım diyene" dedi, köylerden dumanlar yükselirken. Ermeni okullarda "andımız" okutuldu yıllarca. "Ne mutlu Türküm diyene" Mutluluk kaçınılmazsa zevk almaya bak!

                                                                         Seray Şahiner ( Maykıl Ceksın Beyazı- Ot Dergisi- 02.2015)

Algı

 Geldiğimiz noktada şu denilebilir;" Bu vesileyle askeri vesayetten kurtulduk. Bu iyi değil mi?" Hayır değil, çünkü olan sadece güç devir teslimidir.

...Çünkü iktidarın açılımdan anladığı şeyle, Kürt siyasi hareketinin, yani muhatabının anladığı şey birbirinden farklı. Açık bir makas düşünün, bu makasın süreç başladıktan sonra giderek kapanması gerekirdi, kapanmadığı gibi daha fazla açıldı. İki beklentiler ve iki ayrı algı dünyası var. Kusur tam da bu noktada, taraflar bunu fark ettiler ve işi birbirlerini oyalama yoluna döktüler. Bunu da siyaset yapmak zannediyorlar.

Bir kısmı rencide eden mizahtan hoşlanmam, politik olarak da anlamlı bulmam. Bence tabular böyle yıkılmaz. Burada olan şey, aşırı bir aşağılık kompleksinin ifadesidir. Paris'te 3-5 kişinin çıkardığı bir derginin kendi dinlerini, hatta bütün Müslümanları aşağıladığını hayal edebiliyorlar. Radikal İslam'a sürüklenmiş insanların acizliğidir.

                                                                                    Nuray Mert(Ot Dergisi, Şubat 2015)

Kararında Yalnızlık

 8 Aralık 2014 Pazartesi. Saat 19:23. Biraz önce Hababam Sınıfı'nı gözlerim dolarak izlemişim. Şimdi oturdum; yağmuru dinleyerek (ne güzel bir his) bu yazıya başladım. Nereye gider bilmiyorum. 

Bugün profesörlerin pelerin giymesinden nefret ettiğimi söyledim Melih'e. Ve bunun üzerine yağan yağmur nedeniyle hırkamı iki kez kafama pelerin gibi takmak zorunda kaldım. 

Yazma isteğim var. Bir şeyler üretip, içinde benden bir şeyler barındıran bir şeyler, kalıcı olmak istiyorum. Herkes yine unutabilir, sorun değil ama hatırlamak isteyen hatırlayabilmeli. Bu onlarca yıl yaşadığımız hayat, inişler çıkışlar, şoklar, buhranlar, coşkular, bu duygu seli yok olup gitmemeli. Hiçbir planım yok ama yazmak istiyorum. Yazmak istiyorum ama hiçbir planım yok. Yazmak, sanki kendini ifade etmenin en kolay yolu gibi. O yüzden yazmak diyorum, onu seçiyorum. Bir keresinde aklıma bir söz gelmişti: "Ya yaşamayı seçeceksin ya yazmayı." Tam anlamıyla mutlu yaşayamadığım dönemlerde yazmaya ihtiyaç duydum genelde. Mutlu olduğum kısa bir süre vardı. Yok, haksızlık etmeyeyim, ben hep mutluyum. Üzülmek istediğim zaman üzülüyorum bugün gibi ve yalnızken üzülüyorum bugün gibi.

Yalnızlık hem en mutluluğu hem de en mutsuzluğu yaşattı bana değişik zamanlarda. Bazen arkadaşlarımla mutlu olduğum dönemlerde, bir yandan da kalabalıktan sıkılınca yalnızlığa kaçtım. Çok uzun yalnızlıklar değil ama. Ve aileli yalnızlıklar. Seni seven birilerinin yanında oluşu, ne olursa olsun, ne kadar bıkarsan bık güzel. Bazense kendi seçtiğim yalnızlıkta sıkıldım. Buca'da tek eve çıkmak gibi. İlk altı ay iyi, son altı ay kötüydüm. Tabi bazen de önüne geçemedim yalnızlığın. Üniversitede çoğu zaman kimse yoktu aklıma gelen yalnız ve bıkkınken arayabileceğim. Daha doğrusu aramak istediğim. Bu, belki bendeki değişimdi, belki de herkesteki. Sonuçta çoğunlukla gülmek zorunda olduğumuz acayip bir ortam oldu çıktı üniversite. 

İlerde çok hüzünlü ve mutsuz biri olacağımı tahmin ediyorum. Çünkü olaylardaki üzülecek yönü arayıp buluyorum çoğu zaman. Hep yazıyorum, sanki herkes beni terk ettiği, kimse benim değerimi anlamadığı zaman ben köşeme çekilmek için haklı gerekçelerimi bulacağım ve mutlu olacağım. Böyle bir gerekçe bekliyor gibi yaşıyorum sanki. Düzeltemiyorum. Bir gün mutsuzluğun, hüznün de bir ihtiyaç olduğunu herkes kabul edecek bence. Ve her insanın bir parça "haksızlığa uğrayan olma" ihtiyacı duyduğunu. İnsanların içindeki kötülüğü biliyorum ama bilmezden geliyorum. Sanki onlara artık değer vermemek için haklı gerekçelerimi topluyorum. Tamamlanınca, artık hiçbirinizi umursamıyorum, diyecekmişim gibi. Ama bu hiçbir zaman olmayacak bence. Aslında biraz sosyalleşebilsem bu yanlış düşüncelerimden kurtulabilirim. Lisede de vardı bende bu hisler. Hatırlıyorum.

Sonunda bir sevgilim oldu. Bir sevgilin olmama ve olma olayı da çok garip. Bir sevgilin olmuyor. Uzun süre olmazsa arkadaş arasında gülünmeye başlıyor. Tam dalga geçmek gibi değil ama. İnsanın alınacağı türden işte. İnsanın kendine olan güveni gidiyor ister istemez. Sen bile o konuda şaka yapsan da olabiliyor bu. Kendine bakışınla ilgili. Neyse arkadaş ortamında "sevgilisi yok" olarak kazınıyorsun akıllara. Ona göre değişik davranılıyor sanki. Daha doğrusu "hiç sevgilisi olmamış" olarak. Sonra günün birinde bir sevgilin oluyor. Garip işte. O da çok özel biri. Çok ihtiyaç duymadıkça her şeyi anlatmadım ben mesela yakın arkadaşlarıma. O konuda bir mesafe oluşuyor arada. Sevgili konusu tabu olabiliyor. Arkadaşlığın sağlam kurulmamasından oluyor herhalde bu yeterince. Veya sevgiliyle ilgilenmek alay konusu olabiliyor. Bilinen şeyler aslında işte. 

18 Haziran 2020 Perşembe

Tek Kötü Yanım İnsanlara Gereğinden Fazla Değer Vermek

Ben biriciğim. Bu dünya benim için var. Ve dünyadaki en iyi insanlardan biri benim. Herkese iyi davranırım. İyi davranmadığım kişi -Allah da biliyor ya- bunu hak etmiştir. Hatta ilahi bir gücün; "Vay be, çocuk çok iyi sabretti, gerçekten çok iyi bir insan" dediğini düşünüyorum sürekli beni izleyip. Hiçbir şeyi yanlış yapıyor olamam, çünkü her şeyi iyice düşünüp, ölçüp, biçip yapıyorum. Mütevaziyim mesela. Biri beni övdüğünde hemen yüzüm kızarır, başım öne eğilir, "Yok ya, abartıyorsun," lafları çıkar ağzımdan. Görüyor musunuz alçakgönüllülüğü? Çok az insana nasip olur benim kadar iyi özelliğe sahip olup bir yandan da alçakgönüllü olmak. Bu dünya benim için var. Benim inanılmaz kuvvetli hislerim var. Hisettiğim her şeyi güçlü hissederim. Biri, beni bir şekilde üzdüğünde onu öyle hemencecik affetmem, affedemem. Her şeyi doğru yaptığım gibi orada da tavrımı koymayı bilirim. Hak edene çok iyiyimdir, karşılığını veririm ama yanlış yapanı da -toplum tarafından da takdir edildiği üzere- silerim. Hayatım çok sağlam temeller üzerinde yükselmektedir. Müthiş bir tutarlılıkla yaşarım hayatımı. Hayat binamda durmayacak kişiler düşerler ya da ben ittiririm.  Gözünüzde canlandı mı yükselen, bulutlara ulaşan binam? Herkesin takdirini toplamak güzel bir his tabi. Ama, yok o kadar da değil. Biraz abartılıyorum bence.
Tutucu biriyim. Tabi ki öyle olacağım. Dünyamın içine alışılmışın dışında şeyleri alamam. Beni çürütmesine izin veremem hayatıma girip. Çünkü dediğim gibi -söylemeyi de sevmiyorum ama- herkesin imrenerek baktığı, ki düşünüyorum da imrenerek bakmalarına şaşırmadığım bir hayatım var. Her şeyi ilmek ilmek, özenle dokudum. Bana ters gitmeye çok çekinir insanlar. Sonuçta herkes benim haklı olduğumu biliyor. Bana ters giden, toplum içinde çok zor duruma düşer.
Bir gün başıma bir iş geldi. Öldüm.
Bir okyanusta bir damla oynadı oynamadı. Tam fark edemedim.
70 sene sonra beni tanıyan kimse kalmadı.
Uğruna hayatımı verdiğim şeyler ne de saçmaymış.
Ne için yaşamalıydım?

                                                                                                 24.9.2014         18:32

Var olma

Yazmanın, bana hiçbir şey kazandırmayacağı şeyler yazıp duruyorum. Bu yazı da dahil buna. Dünyanın işleyişini, sosyal hayatın işleyişini anlamak zor ama bazı şeyleri anlamak ya da anladığını sanmak acı verici oluyor. Kendini kaybettiğinde, kendimi kaybettiğimde çevremdekilerin neredeyse hepsi bir tepki veriyor haliyle. Bir kısmınınki kendi gözlerindeki Alper'e döndürmeye çalışmak oluyor beni. Bir kısmı hayatı çoktan çözmüş, o bana öyle davranırsa ben de ona böyle davranırım diyor. Bir kısmı uzaklaşıyor en temizinden. Bazıları kendimi bulmama yardım etmeye çalışmak istiyor. Gerçek dost grubu bu grup sanırım. Ama ben o yardımı da istemediğimden, onları görmeye de benim tahammülüm kalmıyor bazen. Sonuçta yaşam böyle bir şeylerin peşinde koşarak, bana sorulsa kendini arayarak geçip gidiyor. İyi, güzel ama geçip gidiyor. Acilimiz, bizim ambulansların aciline dönmüş. Kendimi acil bir şekilde düzeltmeye çalışıp, seçtiğim bir yola girmek istiyorum. Sonra bakıyorum, yolların hepsi doğru, ama hepsi de yanlış. Böylesi mutsuz o kesin. İnsan sosyal de bir varlık ya bas bas bağırıyorlar. İşte sosyal olarak geçirdiğim kötü günler, aylar biyolojik ve psikolojik sağlığıma da yansıyor maalesef. Bu hayatta var olmak çok zor. Çok kişi yok oluyor. Bunun farkında bile olmadan...Bunun farkında olmak iyi mi, kötü mü onu da bilmiyorum ya... Var olmak için kendine güvenmek, konuşmak, dinletmek gerekiyor. İnsan kendini dinleyen biri olsun istiyor işte. Bunsuz yapamıyor. Ne saçma... Çok insan birilerine dayanarak var olmaya çalışıyor ve oluyor. Başka da çare var mı zaten... O da belli değil. Tamam, birilerine ihtiyaç duymamıza da lafım yok, ona da yok ama insanların bakışları biraz çabuk değişmiyor mu? Zor günlerinde biraz çabuk kopmuyorlar mı senden? Hayır, hayır bunlar kuruntu. Belki de böyle umuyorum. Bana haksızlık etsinler de kendi haklılığımı başkasına değil, kendime kanıtlayayım. İnsanın kendisiyle çok ilgili olmayıp ( bu kadar ilgili olmayıp) kendisini çevresine bırakması gerekiyor sanıyorum ki. Neyse hiçbir işime yaramayacak bir yazıya daha burada son vereyim...(Belki yarar)

                                                                                                   28.3.2014      00:33

(Ne olursa olsun kendini sevmek, kendine güvenmek ve bunu sürdürmek zorundasın. Çünkü sen kendine güvenmeyince ve işler de tersine dönerse sana güvenen belki de kimse kalmayacaktır ve boşluk kaçınılmaz olur.)

17 Haziran 2020 Çarşamba

Yeraltı

Ne beklediğimi anlamam gerekiyor. Hayattan, arkadaşlarımdan, olursa kız arkadaşımdan. Üzülmeyi seviyor ve istiyor gibiyim. Bazı dönemler böyle. Herkesten kötülük göreyim ki yalnızlığımda haklı olayım mı istiyorum? Arkadaşlıktan beklediğim, kötülük mü? Bana kötülük yapsınlar ama ben o kadar iyi olayım ki onlara sırt çevirmeyeyim ama birileri de benim mazlumluğumu anlasın da sevsin mi istiyorum? Beklentilerimi ciddi şekilde gözden geçirip anlamam gerek.

                                                                                                                           2014

...

İstanbul'da "kendin" diye bir şey kalmaz. Akıp giden binalar, arabalar, insanlar sana hiçliğini "hatırlatır" ve kuş gibi hafif hissedersin.-Evet binalar bile akar orada-

11 Haziran 2020 Perşembe

Skafoid Kırığı


      Görevlilerde her gün aynı şeyleri yaşamanın hiçbir şeyliği... Seni anlamalarını bekleyemezsin sen aynı durumdayken diğerlerini anlayamaz da iki gün sonraki sınavını veya o gün ameliyathaneden kaçta kaçacağını düşünürken.
      Aksiller blok yapılacaktı. Heyecanlıydım. Epidural ve spinal anestezinin acıttığını biliyordum ama aksiller bloğu yeni duymuştum. Sonradan her hastanede yapılmadığını öğrendim. Genel anesteziyi yapıp geçerlermiş. Hastanemle (okulumla) gurur duydum ve bir kez daha uzman olup bu sistemin içine girmek istediğimi hissettim. (Bunu arada hissederim ama karşıtını daha çok...)
      Yattıktan bir buçuk saat sonra ben "kendimi belirli bir biçimde psikozlardan korumak"ta zorlanırken blok saati geldi. Çok ilginç ve güzel bir deneyimdi. Bir iğne, elektrik vermek için kullanılan bir cihaz ve o cihazın içine zamanı geldiğinde uygulanan ilaç ve şansıma ikisi de kafa, biri kısa- tombul ( bu adamlar genelde kafa olur), diğeri uzun, garip sakallı iki adam.
      Koltuk altıma iğneyi batırdı. Siniri arıyordu, kısa- tombul olan, küçük elektrik stimülasyonları veriyordu, elimdeki hareketleri kontrol ediyordu. Elimde seğirmelerin olacağı konusunda beni uyarmıştı. Ve kısa süre sonra nihayet parmaklarımda çok güçlü seğirmeler başladı. En net atımları yakaladıklarında ilaç verildi ve diğer sinir aranmaya başlandı. Bu sefer başka parmaklar atmaya başladı. Çok "sinir bozucu" bir durumdu elimin benden izinsiz atıp durması. Gülmekten kendimi alamadım. "Sinir bozuyoruz zaten" dedi. Aynı işlemi dirseğimin iç tarafından ve dirsek tarafından iğneyle girerek tekrar ettiler. Alışmıştım. Korkum da kendini gülme isteğine tam olarak bırakmıştı. Rahatlamıştım. İşlem bittikten sonra elim, kolum yavaş yavaş uyuşmaya başladı. Sürekli bir şeyleri hissedip hissetmediğimi soruyorlar, bazı hareketler yapmamı istiyorlardı. Kolumu kaldırmamı istediler. Henüz tam uyuşmamıştı, kaldırdım ve birden günün beni en çok etkileyen şeylerinden biri oldu, kolum havadayken el bileğim; yerçekimi, eylemsizlik, momentum ne istediyse tam olarak onu yaptı. Bu, o anda bana kendi ölüme bakıyormuşum gibi hissettirdi. El bileğim ölmüştü. Biz hiçtik, biz sinirlerdik. Bu hareketi tekrar yapmak, tekrar görmek istemedim, zaten bir süre sonra kolumu da hareket ettiremez oldum.
      Anesteziden sonra etkilendiğim pek bir şey olmadı. Ameliyat masasına gitmek üzere kalkarken sol kolumu sağ kolumla tutmamı istediler. Çünkü sol kolum tamamen fiziğin boyunduruğu altına girmişti.
      Ameliyatım elli dakika sürdü. Sonrasında 45 dakika yattım ve taburcu oldum.
      Bundan sonra beni yine en çok etkileyen, kolumun ve parmaklarımın hissizliği ve hareket ettirilemeyişiydi. Parmaklarıma bakıyordum, yoğunlaşıyordum, şimdi kıpırdayacaktı, sinirlerim çalışmasa bile bunu yapabilir gibiydim, çok yoğunlaşmıştım çünkü, ama olmuyordu. Hareket etmiyorlardı. Hatta duymuyorlardı bile. Öyleyse ölüm de zor değil. Sinirler bir gün "buraya kadar" diyecek ve olay bitecek. Bugün geçiciydi, öyle ki şu dakikalarda duyu ve motor faaliyetlerim yerine gelirken, ameliyattan artan ağrıyı da duyumsamaya başladım.
     Şu an kolum alçılı, bileğimin içinde yabancı bir şey var. Alçı en az bir ay kalırken, bileğimdeki belki ömür boyu benimle olacak. Bakalım...

                                                                                    25/12/2013- 21:46- Ogün Sanlısoy-Korkma

Üreme

       Tuhaf şeyler var. Kurallar, gerçekler veya bunun gibi bir kelime. İnsan, kendini bir yönden kanıtlama ihtiyacı duyuyor insanlara. Bir şeylerde başarılı olmak istiyor. Kabul edildiğinde mutlu oluyor, daha başarılı bir sosyal hayatı oluyor. Daha da mutlu oluyor. Sosyal hayatındaki başarı eş bulmasını sağlıyor, daha da mutlu oluyor. Kendini kabul ettirdiği bu özelliklerini kaybetmek istemiyor. Saldırgan bir tavırla koruyor bu özelliklerini. Aslında daha garip bağlantılar, gerçekler gelmişti sanki aklıma araba sürerken ama unuttum.
       Eğer her şey üremek içinse en mutsuzluk içinde olan insanlar üremeyle ilgili rahatsızlıkları olan insanlardır. Onlardan olmak istemem. Henüz bilmiyorum olup olmayacağımı. Psikiyatrik rahatsızlığım olsun da hiç istemem. En istemeyeceğim şeylerden biri. Ama bütün rahatsızlıklar kötü. Herkese sabır diliyorum buradan.
      Bir gün içinde çok farklı şeyler düşünüyorum. Bu ilk söylediğim konuda çok şeyler daha vardı kafamda, hatırlayamadım. Mesela o başarısını kaybederse birden bunalıma düşebiliyor. Çünkü tutunduğu şey oydu. Ve bu bunalım onu tüketirken çevresi de boşalıyor. En ihtiyacı olan bu anlarda çevresi boş kalıyor. Ta ki yeniden kendini kanıtlayana dek. Bir kavga gibi.

                                                                                               10.11.2013- 00:56


Ekol

Türk milli takımlarının sorunu sabit bir oyunlarının olmaması. Her gelen teknik direktör, kendi oyununu oynatıyor takıma. Takım, 'benim oturmuş bir oyunum var ve budur, sen bunu değiştiremezsin, sadece küçük oynamalar yaparsın' diyemiyor. Tıpkı benim gibi...

                                                                                                                2013

Arazi

Menderes- Dereköy. Serin bir kahvedeyiz ağaç altında. Köyün -bitişiğimizde bulunan- tek camisinin minaresi diğer yapılardan öne çıkıyor yüksekliğiyle. Buraların çok değerli olduğunu söylüyor babam. Çünkü şehir buraya doğru genişliyormuş. Dönümü 40.000 lira edermiş. Yakında şehirle birleşecek diyor.

                                                                                                                 2012?

Kurtuluş Sonrasına Mektup



      Belki dönüp bunu okumayacağım, belki okursam yararlı değil zararlı olacak. Bunu bilmiyorum. Şu anda bana iyi gelmeyeceği de kuvvetle muhtemel. Ama topu geleceğe atıyorum bu mektubu yazıp. Gerisini gelecek düşünsün. Yani gelecekteki ben...
      Bir insan mutsuz olmak istemek duygusundan kurtulamayabilir. Çok denemesine rağmen yanlış yolları kullanması sebebiyle başaramayabilir. Beyninin derinliklerinde kaybolabilir. O insana; " Ne yapayım, kurtulmak istiyorsa kurtulsun, uğraşamam," deyip sırt çevirmeç Nasıl yardım edebilirsin bilmiyorum ama sırt çevirme. Büyük ihtimal yardım da edemezsin zaten. Onu suçlamamaya çalış yeter.
     Bir insanın bazı davranışları sana garip gelebilir, yanlış gelebilir. Hatta hisleri bile yanlış gelebilir ki hislerin yanlış olması zordur. Bu insan sevdiğin bir insansa bu yanlışları vurgulamak, bunlardan kurtulursa iyi- pardon mutlu bir insan olacağını söylemek her zaman iyi bir fikir olmayabilir. Unutma ki o insanı bu davranışlara, hislere iten bir geçmişi vardır ve bunu kontrol etmek genelde zordur.
     Bir insanın ne istediğini bilememesi, isteklerinin değişmesi, kendini bilememesi mümkündür. Ve bundan kurtulmakta zorlanması tabi. Bu onun dolandırıcı olduğunu, duygularınızla oynadığını her zaman göstermez. Evet, belki kendi mutluluğu için uğraşıyordur ve bu esnada senin de sinirini bozuyordur ama sen mutluysan ve idare etmek seni mutsuz etmeyecekse idare etmeye çalış. Çünkü zaten mutsuzlukla boğuşan -sana bunu belli etmeyebilir- karşı tarafı, senin sert tepkin daha da mutsuz edecektir. Onu sevmiyorsan sorun yok tabi...
     Bir insan seninle beraber vakit geçirmek istiyorsa ama sana karşı tavırları tuhafsa (yanında mutsuz görünüyorsa, pek konuşmuyorsa) onun seninle vakit geçirmek istemediğini, seni kandırdığını, kullandığını düşünme. Çünkü böyle olmak zorunda değil. Bazen insan sadece kendi zihninden kurtulmak için yanında güvendiği birini isteyebilir. Ne güzel, güveniyor işte sana, durduk yere güvenini sarsma.
     Unuttuysan söyleyeyim. İnsanların söylediklerini önemse. Hareketlerini değil. Öyle şeylerden çıkarım yapmaya çalışma. Yanıltıcı olabilir. Kendine çok güvenmeyen biri, seni yanıltacak ama gerçek olmayan bir beden dilini istemsiz kullanabilir. Ama ağzından çıkanlar, kötü niyetli değilse gerçektir. Sonuçta kötü niyetli insan da çoktur. Sadece güvendiklerine uygula bunu istersen.
     Evlendin mi bilmiyorum. Evlenmediysen, çocuğun yoksa dünya üzerinde sadece sen yaşıyormuşsun gibi düşün. Her şey senin için bir kurgu. Tabi bu durumda yalnız kalabilirsin. Neyse bu vakte bunu çözmüşsündür belki. Belki de ölene kadar çözemeyeceksin.
     Bir insan bütün boş zamanını düşünerek geçiriyor olabilir. Ne film izliyordur ne kitap okuyordur ne arkadaşlarıyla vakit geçiriyordur. Yapamıyordur, canı istemiyordur. Kendiyle sürekli savaş halindedir. Günlerini böyle geçirdikçe daha da kötü oluyordur. "Sen hiçbir şey yapmıyor musun olum?" deme. Ne yapmalısın bilmiyorum ama unutma ki illa bir sebep gerekmiyor. Belki arkadaş ilişkileri istediği gibi değildir çok arkadaşı olmasına rağmen. Belki düzenle ilgili bir sorunu vardır. Bunu bazen kendi de bilmez. Mutsuzdur ve düşünür sadece. Bu durumun kurtuluşunu bulamayıp beyninde kaybolabilir. Çare olamazsın belki ama bunları bil. "Olum şöyle şöyle, böyle böyle, daha niye mutsuzsun?" deme bence. "Harbiden ya, ben mutlu olmayı bilmiyorum," deyip daha mutsuz olabilir. Bazen insan çözümünü bulamadığı sebepsiz mutsuzluklara (belki de sebepli ama kendi de bilmiyor) saplanıp kalıyor işte. Bunu şımarıklık olarak nitelendirip de sırt çevirme. Sürekli sorman da rahatsız edebilir o insanı.
     Bazen sadece yanında olmana ihtiyacı olur insanların.
     O insanlara göre yaşa demiyorum sana. Sonra vicdan azabı çektirmeyeyim sana. Tabi kendi hayatın olacak. Belki bazen görüşmekten de kaçacaksınç Çünkü mutsuzluk saçar o insanlar çevrelerine. (Bunun mutsuzluğu da eklenir onlara) Ama en azından bütünden yabancılaşma onlara. Aklında bulunsun bu söylediklerim. Hatta bulunmasın. Bunu okursan şöyle bir koyarsın kafana. Kalmazsa da çok sorun değil.
     Kimseyi tam anlayabileceğini düşünme. O,kendini sana tam anlatamıyordur muhtemelen. - kendini tam bilmiyordur da- O, tam anlatsa bile kelimelerin ikinizde bıraktığı intiba illa ki farklı olacaktır. Anlamaya çalış işte. Ama, " Hah beni seni anladım, senin çözümün şu," deyip kestirip de atma.

                                                                                                      15.09.2013

       Ama dediğim gibi bunları fazla da kafana takma. Çünkü kimsenin kimseyi tam anlayamadığı gibi insanlar kendilerinin geçmişteki hallerini de anlayamayabilirler ve o zamanlar hissettiklerini unutabilirler. Bazen unutmaları da gerekir mutlu olmak için. Ben bunu yazdığım dönemde aslında kendimi iyi hissediyordum. Sadece insanlarla ilişkilerim pek istediğim gibi değildi. Kuramıyordum istediğim gibi. Tabi bu hayli önemli, zamanımızın çoğunu insanlarla geçirdiğimiz düşünülürse. Ama dediğim gibi mutluydum

                                                                                             Edit(2 dakika sonra)

12 Mayıs 2020 Salı

Sosyal Tutsaklık

           Burak için kaygılanmak neredeyse rutin bir alışkanlık. Sabah saatlerinde kendinden borç isteyen aynı şirkette çalıştığı arkadaşına, sinsi dünyanın ona öğrettiği bir refleksle "Yok abi, inan ben de çok kötü durumdayım," cevabını verdi.Konuşmanın devamında, paraya ihtiyacı olan arkadaşının dertleriyle yakından ilgilenerek, "yok" cevabının etkisini azaltmaya gayret etti. Konuşmanın sonundaysa, vicdanıyla, "kimseye borç vermeyeceksin" prensibi arasında sıkıştığından olacak, "Abi hay Allah ya, istiyorsan ben de bir arkadaşımdan isteyeyim" gibi, gerçeklikle blöf arasında gidip gelen bir cümle kurdu. "Yok ya hallederim ben, sağ ol" cevabını aldığında, rahatlayıp tertemiz bir insan suretinde masasına geri döndü. Burak gerçekten iyi bir insan. Yaşanan bu olay, onun küçük hesapların adamı olduğunu göstermiyor sevgili okurlar. Yalnızca, iyi insanların bolca istismar edildiği şu kaygan dünyada, bazen istemeden bu tür oyunların içinde buluyor kendini. İnsanevladı yalanını, açık vermeyen bir kurguyla yaşatabilirse herhangi bir vicdani sorun yaşamaz. Çünkü fire vermeyen bir yalan, gerçekliğin yerini hiç boşluk bırakmadan doldurmuştur. Ama yalan ufacık da olsa bir yerinden meme yaparsa işte o zaman bir vicdan karnavalı yaşanmaya başlar ve bazıları için de sonu gelmez bir kaygı şöleni... Burak şu saate kadar herhangi bir sorun yaşamadı. Ah o kurye çıkıp gelmeseydi, Burak'ın masasına doğru ilerlemeseydi, o kocaman paketi bırakmasaydı ve keşke borç isteyen arkadaşı bütün bu teslimat gösterisini izlemeseydi. Şu an, masada boyutları gittikçe büyüyen bir PS3 paketi, masanın yanında tedirgin bir Burak, az ilerde PS3 paketine dik dik bakan, az önce borç istemiş bir arkadaş ve havada bütün duvarlarda yankılanan "Yok abi, inan ben de çok kötü durumdayım" cümlesi eşliğinde 'bir kaygı hikayesi'ne giriş yapmak üzereyiz. Artık bütün saatlerin hep birden kaygıyı gösterdiği bir andayız. En baba PS3 oyunlarından daha şiddetli bir oyun bu. Zorluk derecesi 5 ve bu oyunda kahramanı aşırı kaygıdan ölmeden önce çıkışa ulaştırmak gerekiyor.
        "Hayırlı olsun" diye sesleniyor Parasız Bey. (Sesinde bir kinaye mi var?) Kesin "Şerefsiz" diyordur içinden diye düşünüyor Burak. Yanına gidip "36 ay taksitle aldım. Yoksa vallaha yok param." gibi bir açıklama yapmayı çok istiyor. Yapma Burak, bu cümlenin hayatta karşılığı yok. Bu durumun insanın diline oturan bir açıklaması yok, kelimeler yapış yapış olur ağzında. Burak da biliyor böyle bir açıklama türü olmadığını, zaten 6 ay taksitle aldı PS3'ü, kafadan 30 ay ekleyerek mantıklı bir zemine ulaşamayacağını biliyor. Evde bütün gece kurgularına devam ediyor. PS3 kutusunu açamıyor. Yaşama sevinci tamamen kayboldu. Kaygı böyledir, insanı yaşanan olayı bin defa düşünmeye, her yeniden düşünme seansında yeni kurgular eklemeye zorlar. Küçücük bir kaygı, düşüne düşüne devasa boyutlara ulaşıp yaratıcısını yiyebilir. Kendi yaratıcısıyla beslenen arsız bir hastalıktır kaygı...
         Buran, Kinaye Bey'i aramak için defalarca telefonu eline aldı. Defalarca arayamadı. Mesaj yazmaya başladı. Kaygı yüklü bir mesaj tek SMS'e sığmaz, mutlaka SMS-2'ye geçer. Kuraldır bu. Kaygılı bir adam için 2 mesaj iyi değildir. Burak mesajı teke düşürmek için cümlelerinden kelime eksiltmeye çalışıyor. Olmuyor. Sonra aniden, yüksek sesle, "Aç, adam gibi konuş!" diye bağırarak, kendi cümlesinden gaz alıp aramak için hamle yapıyor. Bu sefer kararlı. Buluyor numarayı rehberden. "Ne olursa olsun" diyor içinden. Ne oluyor? Olmuyor... Numara ekranda, parmağı 'yes' tuşunda bekleyen binlerce kararsız insanla aynı kaderi paylaşıyor. Elinde telefon öylece duruyor. Yaklaşık 1 saat sonra 'kaygı savaşları'ndan yorgun düşmüş Burak, son bir hamleyle mesajı yazıp, basıyor 'yes'tuşuna. Oluyor... Ama cevap gelmiyor!
         Ertesi gün şiddeti biraz azalmış kaygıyla beraber iş başı yapıyor. Kinaye Bey biraz neşesiz gözüküyor. Burak bu neşesiz suratı görür görmez, hazır bir refleksle kaygısını derhal eski şiddetine kavuşturuyor. Kinaye Bey'i biriyle konuşurken görünce, "Kesin beni anlatıyor" diye düşünüyor. Lanet ediyor PS3'e. Yanlış anlaşıldığını düşünüyor. "ben öyle bir insan değilim" diye haykırmak istiyor. Öğle yemeğinde Kinaye Bey, aniden çok gündelik bir ses tonuyla," Mesajını yeni gördüm, abi neler düşünmüşsün öyle, ne ilgisi var" deyince Burak birden rahatlıyor. 2 dakika önce kaygılarının pençesinde can vermek üzereyken, şimdi kendisi hakkında yapılan esprilere ortak olarak, hastalıklı yanlarının yumuşatılmasına neşeyle iştirak ediyor. Kaygılarını hayatın gerçekleri sandığını bir kere daha anlıyor. Kendi kendine gülüyor. Neşesi yerine geliyor Burak'ın. Böyledir Burak. Hayatı boyunca bir üfürükle yıkılıp, bir üfürükle toparlanır. Ve bir sonraki kaygıya kadar kendini sağlıklı sanır.


                                                                                                   

                                                                                                             Fırat Budacı

Kirpiler

         Birbirimize ihtiyacımız olduğunu biliyoruz. Zalimliğin başladığı yer burası, hoşgörünün başladığı yer de.
          Bazen kiminle konuşsam bilmediğim bir konunun uzmanıyla konuşuyormuşum gibi bir hisse kapılıyorum. Fıkrayı anlamadığı halde gülmeye çalışan biri gibi, otuz yıldır yaşadığı dünyaya sanki dün gelmiş gibi. Böyle anlarda nefes almakta güçlük çekiyorum.
         Tutarlılığı, şahsiyetsizliğin kamufle aracı haline getirmemek lazım


                                                                                              Hikayem Paramparça

Simyacı

       Papaz okulunda olduğu gibi, insan her zaman aynı insanları görürse, bunları yaşamının bir parçası saymaya başlar. İyi, ama bu kişiler de bu nedenle, yaşamımızı değiştirmeye kalkışırlar. Bizi görmek istedikleri gibi değilsek hoşnut olmazlar, canları sıkılır. Çünkü efendim, herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır.
       Aşkın, bir erkeğin kendi Kişisel Menkıbe'sinin peşinden gitmesine engel olmadığını anlaman gerekiyor. Böyle bir şey söz konusu olduğu zaman bil ki Evrenin Dili'ni konuşan Aşk değildir bu, yani gerçek Aşk değildir.
       Evrenin Ruhu'nu bizler besliyoruz ve üzerinde yaşadığımız dünya, bizim daha iyi ya da daha kötü olmamıza göre, daha iyi ya da daha kötü olacaktır.



                                                                                                          Simyacı