8 Aralık 2014 Pazartesi. Saat 19:23. Biraz önce Hababam Sınıfı'nı gözlerim dolarak izlemişim. Şimdi oturdum; yağmuru dinleyerek (ne güzel bir his) bu yazıya başladım. Nereye gider bilmiyorum.
Bugün profesörlerin pelerin giymesinden nefret ettiğimi söyledim Melih'e. Ve bunun üzerine yağan yağmur nedeniyle hırkamı iki kez kafama pelerin gibi takmak zorunda kaldım.
Yazma isteğim var. Bir şeyler üretip, içinde benden bir şeyler barındıran bir şeyler, kalıcı olmak istiyorum. Herkes yine unutabilir, sorun değil ama hatırlamak isteyen hatırlayabilmeli. Bu onlarca yıl yaşadığımız hayat, inişler çıkışlar, şoklar, buhranlar, coşkular, bu duygu seli yok olup gitmemeli. Hiçbir planım yok ama yazmak istiyorum. Yazmak istiyorum ama hiçbir planım yok. Yazmak, sanki kendini ifade etmenin en kolay yolu gibi. O yüzden yazmak diyorum, onu seçiyorum. Bir keresinde aklıma bir söz gelmişti: "Ya yaşamayı seçeceksin ya yazmayı." Tam anlamıyla mutlu yaşayamadığım dönemlerde yazmaya ihtiyaç duydum genelde. Mutlu olduğum kısa bir süre vardı. Yok, haksızlık etmeyeyim, ben hep mutluyum. Üzülmek istediğim zaman üzülüyorum bugün gibi ve yalnızken üzülüyorum bugün gibi.
Yalnızlık hem en mutluluğu hem de en mutsuzluğu yaşattı bana değişik zamanlarda. Bazen arkadaşlarımla mutlu olduğum dönemlerde, bir yandan da kalabalıktan sıkılınca yalnızlığa kaçtım. Çok uzun yalnızlıklar değil ama. Ve aileli yalnızlıklar. Seni seven birilerinin yanında oluşu, ne olursa olsun, ne kadar bıkarsan bık güzel. Bazense kendi seçtiğim yalnızlıkta sıkıldım. Buca'da tek eve çıkmak gibi. İlk altı ay iyi, son altı ay kötüydüm. Tabi bazen de önüne geçemedim yalnızlığın. Üniversitede çoğu zaman kimse yoktu aklıma gelen yalnız ve bıkkınken arayabileceğim. Daha doğrusu aramak istediğim. Bu, belki bendeki değişimdi, belki de herkesteki. Sonuçta çoğunlukla gülmek zorunda olduğumuz acayip bir ortam oldu çıktı üniversite.
İlerde çok hüzünlü ve mutsuz biri olacağımı tahmin ediyorum. Çünkü olaylardaki üzülecek yönü arayıp buluyorum çoğu zaman. Hep yazıyorum, sanki herkes beni terk ettiği, kimse benim değerimi anlamadığı zaman ben köşeme çekilmek için haklı gerekçelerimi bulacağım ve mutlu olacağım. Böyle bir gerekçe bekliyor gibi yaşıyorum sanki. Düzeltemiyorum. Bir gün mutsuzluğun, hüznün de bir ihtiyaç olduğunu herkes kabul edecek bence. Ve her insanın bir parça "haksızlığa uğrayan olma" ihtiyacı duyduğunu. İnsanların içindeki kötülüğü biliyorum ama bilmezden geliyorum. Sanki onlara artık değer vermemek için haklı gerekçelerimi topluyorum. Tamamlanınca, artık hiçbirinizi umursamıyorum, diyecekmişim gibi. Ama bu hiçbir zaman olmayacak bence. Aslında biraz sosyalleşebilsem bu yanlış düşüncelerimden kurtulabilirim. Lisede de vardı bende bu hisler. Hatırlıyorum.
Sonunda bir sevgilim oldu. Bir sevgilin olmama ve olma olayı da çok garip. Bir sevgilin olmuyor. Uzun süre olmazsa arkadaş arasında gülünmeye başlıyor. Tam dalga geçmek gibi değil ama. İnsanın alınacağı türden işte. İnsanın kendine olan güveni gidiyor ister istemez. Sen bile o konuda şaka yapsan da olabiliyor bu. Kendine bakışınla ilgili. Neyse arkadaş ortamında "sevgilisi yok" olarak kazınıyorsun akıllara. Ona göre değişik davranılıyor sanki. Daha doğrusu "hiç sevgilisi olmamış" olarak. Sonra günün birinde bir sevgilin oluyor. Garip işte. O da çok özel biri. Çok ihtiyaç duymadıkça her şeyi anlatmadım ben mesela yakın arkadaşlarıma. O konuda bir mesafe oluşuyor arada. Sevgili konusu tabu olabiliyor. Arkadaşlığın sağlam kurulmamasından oluyor herhalde bu yeterince. Veya sevgiliyle ilgilenmek alay konusu olabiliyor. Bilinen şeyler aslında işte.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder